19 Nisan 2010 Pazartesi

BİR HAYATIN ANATOMiSİ



Cemaatin maskesi düştü

Soğuk ve güneşsiz bir kış günü, Fethullah Gülen ve cemaati hakkında bilgi almak üzere .... ... Vakfı’na gidiyoruz, kendimizi tanıtıp G. Hanım ile randevumuz olduğunu söylediğimizde orta boylu, buğday tenli, özellikle çekiğimsi parlak kahverengi gözlerinden kökleri Kuzey Asya’ya dayandığı çok belli, güler yüzlü, düzgün dişli, kısa saçlı, sakalsız , bıyıksız genç bizi karşılıyor. Sıcak bir tavırla elini uzatıyor bize : “Merhaba ben S. Ö.” Bu genç ile tanışmamız pek çok şeyin dönüm noktası oluyor. Cemaatin korkunç ve karanlık yüzünü görüyoruz. Hizmet, iyilik, güzellik adı altında tüm yaptıklarının asıl amacı tek tek ortaya çıkıyor. Belgeler, kasetler, videolar buluyoruz.

Bu genci nereden tanıyorum?

Bizi üst kattaki toplantı odasına çıkarıyor, bu genci nereden tanıdığımı düşünüyorum. Toplantı odasında önümüze gazete kupürleri ile dolu dosyalar koyuyor. Biz buraya Fethullah Gülen ve cemaatini araştırmak için geldik aslında ama S.Ö. ile de koyu bir sohbet başlıyor. Bize farklı boyutlar açan, gerçekleri önümüze seren bir sohbet.... Karşımızda cemaatin canlı bir tanığının oturduğunu farkediyoruz. Heyecanla saatler boyu konuşuyor. Onu nereden tanıdığımı hatırlıyorum: Nurculardan ayrılıp “Hocanın Okulları “ adlı kitabı yazan, çeşitli tv kanallarında programlara katılan gençlerden biri S.Ö. Bize hikayesini anlatıyor. Öncelikle çok tehdit aldığını bu yüzden sürekli tip değiştirdiğini, bazen saçlarını uzatıp sarıya boyadığını , bazen sakal , bıyık bıraktığını, tanınmamak için şekilden şekile girdiğini söylüyor.

Atatürk sevgisi

İki eşli, 16 çocuklu , yoksul bir aileden gelen S.’ın hikayesi Adana’nın Osmaniye İlçesinde (şimdilerde il olmuş) ortaokulu birincilikle bitirdiğinde başlıyor. En büyük hayali okuyup asker olmakmış. Askerlikle ilgili filmleri izlemek için, kendi evlerinde televizyo olmadığından, komşunun televizyonunu gören bir ağacın tepesine çıkarmış, “Bu sevda uğruna ağaçtan düştüğüm çok oldu!” diyor. İlkokulda ona Atatürk sevgisi aşılanmış, Atatürk’ün komutan kişiliğine hayran kalarak büyümüş, onu örnek almış, asker olabilmek için var gücü ile derslerine çalışmış. Hatta diyor “Bir keresinde babam beni ilkokuldan sonra okutmayıp bir matbaacının yanına vermek istemişti ama ben o küçücük yaşımda babamla aklı başında bir büyük adam gibi konuştum ve onu hem çalışıp hem okumam konusunda ikna ettim. Kendisine sadece benim ortaokula kaydımı yaptırmasını söyledim, okul, kitap, defter parası istemeyeceğime söz verdim.”

Okuma savaşı

Ortaokulda inşaatlarda çalışıp okul parasını çıkarıyor, özellikle yaz tatillerinde çalışıp okul için para biriktirip ailesine yük olmuyor. İki eşli olan babası bir gece bir eşinde bir gece diğerinde kalır ve elektrik parası gelmesin diye saat akşam altıda tüm ışıkları söndürürmüş. Bu yüzden S. birer gece aralıkla ders çalışabilmiş ve ders çalıştığı akşamlar diğerinin acısını çıkarmak için sabahlamış. Bu azimli, zeki çocuğun okuma mücadelesine hayran kalıyoruz.

Askeri okula girme hayalleri

Nihayet ortaokul biter ve askeri okul sınavına girmek için S.Ö. İstanbul’a gelir, Gültepe’de abisinin yanına yerleşir. Tam o sırada nereden haber aldıklarını ve kim olduklarını bilmediği bazı insanlar nazikçe onu ziyaret ederler. Abi dediği bu kişiler onun askeri okul sınavına gireceğini bilmekte ve kazanmasını heyecanla istemektedir. Abiler , Serhat’a İstanbul’u gezdirir, özellikle camilere, tarihi yerlere götürürler, çok iyi davranırlar. Hatta Deniz Harp okulu sınavına 1-2 gün kala onu ders çalıştırırlar.

İzmir’e gidiş

Amcasının sabıka kaydı nedeniyle sınavı kazandığı halde Askeri okula kaydı yapılmaz. Bunun üzerine memleketine yani Osmaniye’ye dönmekten başka seçeneği kalmadığını düşünür. Ama Nurcu abiler onu bırakmazlar. İzmir’de lise okumasını , onu finanse edeceklerini İzmir’in en iyi lisesi olan Atatürk Lisesi’ne göndereceklerini , yüzme havuzlu, deniz manzaralı, spor salonlu evlerde kalacağını söylerler. Arkadaşı imam hatipi 1. likle bitiren İsmail Özdemir’e de İzmir Yamanlar Lisesi vaadedilir. Bunun için memleketlerine gidip ortaokul diplomalarını almaları ve ailelerine de bir şey söylememeleri gerekmektedir. Neticede çocuklar diplomalarını alırlar ancak aileleri ile bağlarını kopartırlar. Artık geri dönüş yoktur.

Öğrenci yurdu

Türkiye’nin çeşitli yerlerinden toplanmış, hepsi de okul birincisi 30-40 öğrenci, kabası yeni bitmiş, inşaat halindeki bir yurda yerleştirilir. Hepsi de kendilerine söylenen konforlu, lüks binanın nerede olduğunu merak etmektedirler. Abileri onlara sadece bir hafta kadar bu yurtta kalacaklarını söyleseler de bu söz tutulmaz , Serhat da dahil tüm öğrenciler lise bitene dek bu inşaatta kalırlar. Hatta inşaat işlerine yardım ettirilirler...

S.Ö. ve arkadaşları arada abiye kendisine vaadedilen yüzme havuzunun nerede olduğunu sorarlar, abi de onları kurna başına götürüp, “İşte yüzme havuzu ! Ancak buranın bir özelliği var, burada sadece abdest alınır...!” der. Öğrenciler spor salonunu sorduklarında ise mescide götürülürler ve “Burası da spor salonunuz, ancak bir özelliği var, burada sadece namaz kılınır..!” denir. Her namazın 1 saat sürdüğü, ibadet ve beyin yıkama toplantıları ile zamanların geçtiği, sapık düşüncelerin genç beyinlere yavaş yavaş işlendiği esaret yılları başlar.

Teknik hata....

S.Ö.'ın, Atatürk Lisesi yerine İzmir’de Şirinyer Lisesine kaydı yaptırılır. Buna gerekçeleri “teknik hata olması” ....Yine aynı teknik hatalarla kabası ancak bitmiş bir inşaatta kalacaktır. Serhat’ın yıllarca süregelecek hayal kırıklığı böylece İzmir’e gelir gelmez başlamıştır. Her halde Nurcular Allah’ı, cenneti, cehennemi, günahı sevabı fazla kafalarına takmamakta , böylece bol keseden yalan atmaktalar. Nasıl insan harcadıklarını Serhat ile konuşurken görüp, gerçekten de bu acımasızlık, katılık karşısında diyecek söz bulamadık.

Namaz kılmamanın cezası

Namaz ve tüm ibadetler yurtta mutlaka ve topluca yapılması gereken tören niteliğini taşımaktadır. S.Ö. bunu acı bir deney ile anlayacaktır. Okul ile yurt arasındaki mesafe bir haylidir. S’a ders çalışacak zaman kalmamakta, çoğunlukla sabaha karşıi ders çalışırken kitapları arasında uykuya dalmaktadır. Ama uyumak ne mümkün? Sabaha karşı belletmenler herkesi sabah namazına kaldırırlar: bu askerlikteki “koğuş günaydın..!” olayına çok benzer. Bir sabah S.Ö. fazlasıyla yorgun ve hastadır. Kendisini uyandıran belletmene : “Abi, ben bu sabah namaz kılmasam olmaz mı? Hastayım” demek gafletinde bulunur. Belletmen onu ense ve belinden tutup, köpek yavrusu gibi taşıyarak suyun kenarına götürür ve kış günü, buz gibi suyu açarak ensesinden akıtır. Tüm öğrencilere de “Namazdan kaçanın cezası bu işte, görün” diye bağırır. Serhat o sabah buz gibi suyun sanki kafatasını deldiğini ve ömür boyu taşıyacağı bir sinüzite neden olduğunu ve o günden sonra her namaza durduğunda dua yerine küfür ettiğini anlattı....

Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı nasıl aşılanıyor?

Yurtta öğrencilerle sürekli sohbet eden abiler onlarla sevgi bağı kurar ve onların saygısını kazanmaya çalışırlar. Ailelerinden çok uzak ve aileleriyle iplerini koparmış , üstelik ceplerinde memlekete dönüş parası bile olmayan ve yaşları çok küçük bu çocuklar, tüm bu etmenlerle, mecburen abileri dost bilirler. Çünkü sığınacak hiç kimseleri yoktur. Abiler doğrudan Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü kötülemezler....Osmanlı İmparatorluğu'nu, islam alimlerini, Osmanlı’nın yükseliş devrinde yapılan ilerlemeleri anlatıp, islamı ve Osmanlı’yı överler. Daha sonra toprakların daraldığını, Osmanlı imparatorluğu toprakları şu kadar dönümken Türkiye Cumhuriyeti’nin neden bu kadar dönüm olduğunu sorarlar. Osmanlılar'da o kadar alimler yetişirken neden şimdi Türklerin bilimsel gelişme yapamadıklarını , kimlerin buna neden olduğunu sorarlar. Öğrenciler de bunun nedenini abilerine sorduklarında. “Cumhuriyeti kim ilan ettiyse onlar suçludur!” cevabını alırlar. Bu şekilde soru ve cevaplarla genç beyinlere “O halde Atatürk yanlış yapmış!” sonucu işlenir. Onların artık Cumhuriyet’e bakış açısı : “Bir gecede alim yattık...cahil kalktık” şeklinde özetlenmektedir.

Atatürk büstünün başına gelenler

Zamanla telkinler daha ileri boyutlara ulaşıp, Atatürk’ün dünyaya gelen deccal olduğu, Türk milletine kötülük ve dünyaya kıyameti getireceği tarzı fikirler aşılanır. Öğrencilere her sabah okula gitmek için yurttan çıkarken Atatürk büstüne tükürmelerinin işlerini, kısmetlerini açacağı eğer tükürmezlerse o gün hiçbir işlerinin yolunda gitmeyeceği, sınavlarda da başarısız olacakları söylenir. Gençler bu telkinlere öylesine kapılır ve inanırlar ki her sabah büstün yanından geçerken tükürmeyi ihmal etmezler. Sadece müfettiş veya yabancı biri geleceği zaman temizlenen büst, bunun haricinde sürekli kirlidir.

Üniversiteye ilk adım ve yine hayal kırıklığı

S.Ö. nihayet liseyi bitirir. Üniversiteyi İstanbul hukuk’ta okumak ve avukat olmak istemektedir. Abiler karşı çıkarlar. Niğde Ünv. İşletme fakültesine gitmesi gerektiği söylenir. Nedenini sorduğunda “Çünkü orada hiç elemanımız yok!” cevabını alır. S.Ö. lisede 50 öğrenciyi nur cemaatine sokmuştur ve aynı başarı üniversitede de beklenmektedir...Tabii cemaatin seçtiği, yine eleman kıtlığı çekilen bir üniversitede...!

S.Ö. buna karşı çıkar ve tercih formunu kendi istediği gibi doldurur ilk sıraya İstanbul Hukuk Fakültesini yazar. Ancak üniversite sonuçları ve yerleşimler açıklandığında tam bir şok yaşar. Sonuç Niğde İşletme’dir. Çünkü onun haberi olmadan form değiştirilmiş ve ilk sıraya cemaatin tercihi yazılmıştır.

Sokağa atılış-Cemaat mi ÇETE Mİ?

Niğde’ye okumaya gider mecburen. Başka çare bulamaz çünkü parası yoktur. 6 ay sonra cemaatten birileri gelir ve “Sen bize borçlusun” derler. Kaldığı ev, yemekler ve okul masrafları için yüklü bir para isterler. Fakat yine parasızdır. Cemaat dinlemez, S.Ö.’ı kapının önüne koyar. Kış günü evinden atılmıştır. Çaresiz bir hafta kadar terminalde banklar üzerinde sabahlar...Sonra böyle gidemeyeceğini düşünüp tezgahta birşeyler satıp geçimini sağlamaya çalışır. Dördüncü elden aldığı malların geldiği yeri araştırıp Antep’teki ilk elini (üreticisini) bulur ve Niğde’de satarken ucuz aldığı için fiyat kırar ve hatta bu sayede toptancılığa başlar. Artık telefonla mal getirtmekte ve Niğde’de çoğu perakendeciye satmaktadır. Durumu biraz düzelmiş, çevresi genişlemiştir. En güzel evi kiralayıp, taksitle dayar, döşer. Evlenir ve çocuğu olur.

Zaman gazetesinde reklam müdürlüğü

Durumunun iyi olduğunu gören cemaat bu sefer güler yüzle kapısını çalar. Ona yanlış yapıldığını, geri dönmesini istediklerini söylerler. Ve cemaate geri döner. Kendisine Zaman gazetesi Niğde bürosunda reklam müdürlüğünü verirler. “Neden geri döndün?” sorumuza verdiği cevap ilginçti: “O cennete giden seccadenin belki ucundan tutabilir ben de cennete gidebilirim diye düşündüm” dedi. Nurcular kendilerinden olanların cennete gideceğini , kendilerinden olmayanlarınsa cehenneme gideceğini söylemekte ve bunları şakirtlere işlemekteler. O dönemde anlıyoruz ki S.Ö. cemaatten ayrılmasına karşın halen cemaatin etkisinden kurtulamamıştı. Cemaat onun genişlemiş çevresini kullanmak istemekteydi reklam müdürlüğü verilmesinin nedeni de buydu. Niğde’nin ne büyük kuruluşlarından olan Koyunlu halılarına gider. Müdür ile görüşür, büyük ricalarla senelik reklam sözleşmesi yapar. 1995 senesinde bu miktar 2.000.000.000 TL ve kendisine düşen prim 400 milyon TL dir. Yani büyük paradır. S.Ö. bu mutluluğu evinde ailesiyle paylaşır ancak sevinci uzun sürmez.

Cemaatten ikinci atılış

Ertesi sabah Zaman gazetesi bürosuna gittiğinde bir sürprizle karşılaşır...İşine son verirler. Gerekçe göstermezler. Tabii primini de alamaz ve beş parasız kapının önüne konur. Onlara çocuğuna mama alacak parasının olmadığını söylediğinde kendisiyle alay ederler ve gülerler. O zaman cemaatle bir gün karşılaşacağını ve onlara zor günler yaşatacağını söyler. Çocuğunun mamasını bir eczaneden veresiye alır. Ayak işleri , hamallık yapar. Artık piyasa değişmiş ve işler zorlaşmıştır, ticarete geri dönemez.

İstanbul’a geliş

Hamallık yaparak biriktirdiği para ile eşi ve çocuğunu Adana’ya gönderir, kendisi de cebinde 70.000 TL ile İstanbul’a gelir. Kalacak yer de yoktur.Osmanbey’de iş arar. Bir mağazada iş bulur, muhasebecilik yapmaya ve o mağazanın üst katında kalmaya başlar. Artık cemaatin gerçek yüzünü tanımıştır. Onlar insanı kolayca harcayan, karanlık, katı ve sivri dişlerdir onun gözünde. Tüm yaşadığı sıkıntıları unutmaya çalışır. Bu arada G. Hanım ile tanışır, hocam dediği bu insana çok saygı duymaktadır. Hayatını düzene koymuşken günün birinde arkadaşı İsmail ona gelir ve cemaatin gerçek yüzünü anlatan bir kitap yazmalarını teklif eder. Bu şekilde “Hocanın okulları” adlı kitabı yazarlar. STKB (Sivil Toplum Kuruluşları Birliği) katkılarıyla İstanbul Üniversitesi matbaasınca yayınlanan kitap bir süre sonra toplatılır ama basında büyük yankı uyandırır.

Rüşvet teklifleri

Kitabın ardından basına sızan kasetler ve diğer bilgilerle Fethullah iyice köşeye sıkışır. Bu, Amerika’ya kaçış ve toplumdan özür dileme ile sonlanacak bir sıkışmadır. S.Ö. basın toplantısında kitabı yazdığını diğer arkadaşı gibi red etmez. Bir tv programı öncesi kaçırılır. İstanbul’da gezdirilir, yine red etmez kitabı. Canlı yayında inkarını sağlayamayan cemaat, bu defa S.Ö.ın bant kaydını yapmakta ısrar eder. Karşılığında Osmaniye’de kendisine bir textil atölyesi açılması teklif edilir. STV’de 6 saat süren bir kayıt yapılır, tüm söyleyeceği sözler S.Ö.’a dikte ettirilir. Ayrıca Nurcular aleyhine açılan davada da yalan ifade verir. Atölye abisinin, makinalar da kendisinin üzerine olarak atölye açılır. Ancak bir müddet sonra S.Ö. rüşvetten vaz geçip İstanbul’a tekrar gelir , polisteki ifadesini değiştirir.

Şimdi neler olacak?

S.Ö. hala rüşvet teklifleri ve ölüm tehditleri arasında yaşıyor. Sürekli tip değiştiriyor. Tüm başına gelenler yüzünden eşinden boşanmak zorunda kalmış. Peşinde onu gölge gibi takip eden "Işık süvarileri"ne rağmen, bu cemaatle uğraşmaya devam edeceğini, paranın artık önemsiz olduğunu söyledi. Onun tv de cemaat hakkında anlattığı gerçekler pek çok ailenin çocuklarını geri almasıyla sonuçlanmış. Bu arada başından ilginç olaylar da geçmiş; Bir gün dolmuşta kendisini dikkatle süzen bir hanımla gözgöze gelmiş. Neler olacağını merak ederken hanım kendisine yaklaşmış ve onu tanıdığını , onun sayesinde çocuğunu ışık evinden aldığını söylemiş, ve kendilerini aydınlattığı için çok teşekkür etmiş. S.Ö. , isimleri nur olan ama kendileri gayet karanlık bu cemaatle mücadele etmeye devam ediyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder